Kuşaklar Arası Sanat: Trilogy of Time Sergisi The Stay Boulevard Nişantaşı’nda

Sanatın farklı disiplinlerini aynı çatı altında buluşturan ve kültür-sanat alanındaki varlığını güçlendirerek sürdüren The Stay Boulevard Nişantaşı, Renko London iş birliğiyle yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “Trilogy of Time” sergisi Türk sanatının üç efsanevi ustası Devrim Erbil, Süleyman Saim Tekcan ve Zeki Faik İzer ile onların mirasını geleceğe taşıyan sonraki kuşağın temsilcilerini bir araya getiriyor. Sergide, Devrim Erbil ile Renk Erbil’in ortak çalışmaları ile Eda Tekcan ve Ayşegül İzer’in eserleri yer alıyor. 



İstanbul’da sanatla iç içe olmayı bir kurum kültürü haline getirerek kültür sanat alanına değer katmaya devam eden The Stay Boulevard Nişantaşı ve Londra merkezli sanat platformu Renko London iş birliği ile Renk Erbil küratörlüğünde hayata geçen “Trilogy of Time” sergisi, Türk sanatının üç efsanevi ustası ile onların mirasını geleceğe taşıyan sonraki kuşağın temsilcilerini bir araya getiriyor. 

Sergide, ‘Resmin Şairi’ Devrim Erbil ile Renko London’un kurucusu Renk Erbil’in hem bireysel hem de ortak hazırladıkları eserleri yer alırken, çağdaş özgün baskı sanatının kurucu ismi ve Türkiye’de atölye kültürünün mimarı Süleyman Saim Tekcan’ın kızı ressam Eda Tekcan ve usta ressam ve fotoğraf sanatçısı Zeki Faik İzer’in torunu Ayşegül İzer’in eserleri bulunuyor. Sergi, üç aile ve üç kuşağın paylaştığı sessiz bir diyaloğu görünür kılıyor ve sanatın ustalarının, sanatın içine doğan çocukları ve torununun ellerinden çıkan bir seçki sunuyor. 

Geçmiş, bugün ve geleceğin aynı anda hissedildiği bir buluşma alanı 

Geçmiş, bugün ve geleceğin aynı anda hissedildiği bir buluşma alanı yaratan “Trilogy of Time” sergisinde miras, yalnızca korunmakla kalmıyor, Renk Erbil, Eda Tekcan ve Ayşegül İzer tarafından yeniden inşa ediliyor. Eserler aracılığıyla zaman; çizgiye, renge ve harekete dönüşüyor. Geçmiş ile gelecek, birbirini besleyen bir kompozisyon olarak ortaya çıkıyor. Bir kuşaktan diğerine aktarılan bu yaratıcı iz, kimi zaman materyalin doğasında, kimi zaman ritimde hayat buluyor. Böylece seçki, yalnızca aktarılmış bir mirası değil; değişime açık, sürekli yenilenen bir yaratım sürecinin izlerini sunuyor. 



Yaklaşık 30 eserin sergilendiği “Trilogy of Time”, üç aile arasında kuşaklar boyunca süregelen görünmez bir diyaloğun belgesi niteliğinde. Bir imgenin, bir çizginin, bir düşüncenin, bir kuşakta kök salarken bir diğerinde yeni anlamlara dönüşmesini gösteriyor. 

“Trilogy of Time” sergisi, 27 Kasım - 17 Şubat 2026 tarihleri arasında The Stay Boulevard Nişantaşı’nın 1. katındaki sergi alanında ziyaret edilebilir.

Sergi Haberi: EVİN’Salon II

EVİN, 2 Aralık - 3 Ocak 2025 tarihleri arasında EVİN’Salon II başlıklı sergi serisinin ikincisine ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyar.

Kübra Su Yıldırım - Güneş Doğar, Gölge Düşer Yola

EVİN’in geçtiğimiz yıl düzenlemeye başladığı Paris’in tarihi Salon sergilerinden esinlenen EVİN’Salon yıllık sergi serisi, sanat alanında geçmiş ve geleceği, geleneksel ve yenilikçi yaklaşımları, bireysel ve kolektif üretimleri bir arada düşündürmeyi amaçlıyor. Sergi, çok yönlü pratikleri bir arada barındırma amacı güden yapısıyla, farklı kuşak ve disiplinlerden sanatçıların üretimlerini aynı mekânda buluşturarak günümüz sanatının dinamik yapısını görünür kılar.

18. yüzyılda Paris’te düzenlenmeye başlayan Salon sergileri, kamuya açılmalarıyla birlikte modern sanat eleştirisinin doğuşuna zemin hazırlamış; yalnızca bir sergi formatı değil, sanatsal yeniliği ve kamusal etkileşimi teşvik eden bir kültürel fenomen olarak tarihe geçmiştir. EVİN’Salon sergileri bu tarihsel fenomene çağdaş bir bakış getirerek, günümüz sanatının biçimsel çeşitliliğini besleyen düşünsel süreçlere ve estetik arayışlara odaklanır.

Devin Oktar Yalkın - Rosa İçin

EVİN’in temsiliyetini üstlendiği sanatçıların yanı sıra misafir sanatçıların da yapıtlarının yer aldığı sergi, toplumsal dönüşümle birlikte değişen izleyici-yapıt ilişkisine dair yeni okumalar sunar. Sanat yapıtlarının galeri mekânında sergilenmesi, deneyimlenmesi ve kamusal alanda tartışılmasının önemini vurgulayan EVİN’Salon sergi serisi, izleyiciyi bu sürecin aktif bir parçası olmaya davet eder. Sergi süresince düzenlenecek buluşmalar, bu diyalog alanını genişletmeyi amaçlar.

EVİN’Salon II, yalnızca bir sergi değil; farklı kuşaklardan sanatçıları, yazarları ve izleyicileri bir araya getiren bir buluşma noktası olmayı amaçlıyor. Bu yıl Gizem Kâhya İyem ve Osman Nuri İyem tarafından ortak bir çalışmayla tasarlanan sergi, geçen yılın klasik atmosferine göre daha modern bir yaklaşımla kurgulandı. EVİN’Salon II, izleyiciyi sanat yapıtlarıyla dengeli bir diyalog kurabileceği yaşayan bir galeri mekânında buluşturmayı hedefliyor.

Sevde Hallaç - Timsah

Sanatçılar: Rahmi Aksungur, Setenay Alpsoy, Cemile Çolak, Şükriye Dikmen, Kader Genç, Mehmet Güleryüz, Hakan Gürsoytrak, Ilgaz Gürün, Sevde Hallaç, Nasip İyem, Nuri İyem, Temür Köran, Nuri Kuzucan, Kübra Su Yıldırım, Hare Sürel, Emin Turan, Devin Oktar Yalkın

EVİN’Salon II, 2 Aralık 2025 - 3 Ocak 2026 tarihleri arasında, Pazar ve Pazartesi günleri hariç, 11.00 – 19.00 saatleri arasında EVİN’de ziyaret edilebilir.


Sergi Haberi: Evvel Zaman, Ahir Mekan, İşte; İnsan

EVİN, 2 Aralık - 3 Ocak 2025 tarihleri arasında Kader Genç’in Evvel Zaman, Ahir Mekan, İşte; İnsan başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyar. 



Kader Gençin Evvel Zaman, Ahir Mekan, İşte; İnsan başlıklı sergisi, zamanın doğrusal akışını kıran, mekânın kesinliğini belirsizleştiren ve geçmişle şimdinin iç içe geçtiği sahneleri odağına alır. Sanatçının yapıtları, bireysel deneyimlerinden beslenirken, aynı zamanda kolektif belleğe işaret ederek, varoluşun izlerine temas eder. 

Genç’in pratiğinde geçmiş, yalnızca kişisel bir hatırlama alanı değil; toplumsal bir tanıklığın, paylaşılan bir duyumsamanın zemini hâline gelir. “Ben sadece onların arasında dolaşan, bazen izleyen, bazen ifşa eden bir tanığım,” diyerek sanatçı, kendisini bir otorite ya da anlatıcı olarak değil, sahnenin içindeki bir özne olarak konumlandırır. Bu yaklaşım, klasik sanat anlayışının sanatçıyı yücelten, izleyiciyi ise edilgenleştiren yapısına karşı alternatif bir perspektif sunar. Bu bağlamda sanatçının yapıtları, eşitlikçi estetik düzlemde konumlanarak, seyirciyi edilgen pozisyondan çıkarıp onları kendi hikâyelerini keşfetmeye davet eder ve izleyicinin belleği ve çağrışımlarıyla birlikte çoğalan çok anlamlı bir katman oluşturur. Zaman, mekân ve insan arasında kurulan bu çok katmanlı diyalog, izleyiciyi hem tanık hem de katılımcı olmaya çağırır. 



Genç’in yapıtlarında her figür bir hikâye taşır; kimi unutulmuş bir anın tortusunu, kimi ise gündelik yaşamın grotesk bir yansımasını barındırır. Bu figürler, izleyiciye kendi hafızası ve geçmiş deneyimlerinin şekillendirdiği şu an ile yeniden ilişki kurmasına olanak tanır. Yapıtlar, bir temsilden çok bir karşılaşma alanı olarak var olur; izleyici artık edilgen bir göz değil, anlamın ortak üreticisi hâline gelir. 

Evvel Zaman, Ahir Mekan, İşte; İnsan, 2 Aralık 2025 - 3 Ocak 2026 tarihleri arasında, Pazar ve Pazartesi günleri hariç, 11.00 – 19.00 saatleri arasında EVİN’de ziyaret edilebilir.

Salt Beyoğlu'nda Açık Sinema Gösterim Programı: İhtimamın Hâlleri

Mimarlık ve bakım pratikleri arasındaki ilişkileri ele alan “İhtimamın Hâlleri” gösterim programı 3 Aralık’ta Salt Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da başlıyor. 

Garanti BBVA tarafından kurulan Salt’ın yeni gösterim programı İhtimamın Hâlleri, yapılı çevre, yaşlanma ve bakım pratikleri arasındaki çok yönlü ilişkileri merkeze alıyor. Hastaneden bakımevlerine, ev içi mekânlardan kentsel altyapılara uzanan seçki, hem bedenlerin hem de binaların zaman içerisinde nasıl dönüştüğünü irdelerken, ihtimam ve bakım kavramlarını dayanırlığın başat unsuru olarak konumlandırıyor. 

Salt Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da gerçekleştirilecek program, 3 Aralık Çarşamba saat 19.00’da The Bubble [Balon] filminin gösterimiyle başlıyor. ABD’nin emeklilere yönelik en büyük yaşam alanlarından The Villages, Florida’da geçen 2021 yapımı belgesel film, 150 bini aşkın kişiye “ideal” bir hayat sunmak için inşa edilmiş bir yerin mimarisi ve çelişkilerini inceliyor. Kapalı kapılarının ardında sonsuz güneş ışığı ve boş zaman vadeden bu geniş “kasaba”nın bölge sakinlerini ve yerel ekosistemleri nasıl etkilediğini gözler önüne sererken mülkiyet, kamu erişimi ve yaşlanmanın politikasına dair kritik soruları gündeme getiriyor. 


5 Aralık Cuma saat 19.00’da gösterilecek 11’e 10 Kala, İstanbul’da yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir apartmanın kapıcısı ile yaşlı bir koleksiyoncu olan sakini arasında oluşan beklenmedik bağı konu alıyor. Pelin Esmer’in 2009 yapımı filmi, bir arkadaşlık hikâyesi üzerinden dönüşen kentsel doku içerisinde hafıza ve aidiyet kavramlarını irdeliyor. 

6 Aralık Cumartesi saat 15.00’te gösterilecek Rehab (from Rehab) [İyileştiren Mimari] (2023), Basel’de fiziksel ve nörolojik hastalıkların tedavisine yönelik olarak Herzog & de Meuron tarafından tasarlanmış yenilikçi rehabilitasyon merkezi REHAB’i odağına alıyor. Ila Bêka ile Louise Lemoine’in yönettiği belgesel film, iyileştirici ortamların tıbbi uzmanlığın yanı sıra materyal ve mekânsal unsurlara gösterilen özenle de ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. 


9 Aralık Salı saat 18.30’da gösterilecek Where We Grow Older [Yaşlandığımız Yer] (2023) ise Barselona ve Baltimore’daki iki konut modeli üzerinden, yaşlanan nüfusun mimari ve sosyal yapıları nasıl yeniden şekillendirdiğini irdeliyor. Yapımını Canadian Centre for Architecture’ın (CCA) üstlendiği bir üçlemenin parçası olan belgesel film, uzayan yaşam süresi ve değişen demografik dinamiklerin topluluklar ile mimari sistemleri nasıl etkilediğini sorguluyor; kentsel tasarım ve politikanın bu zorluklara yanıt vermedeki rolünü tartışmaya açıyor. Gösterimin ardından, saat 19.00’da gerçekleştirilecek “Yaşlanmanın Mimarisi” başlıklı konuşma programıyla, filmin üzerinde durduğu bu meselelerin yerel mekânsal ve kültürel dinamiklerle ilişkili olarak değerlendirilmesi amaçlanıyor. 


16 Aralık Salı ve 19 Aralık Cuma günleri iki kısa film seçkisi ile devam edecek program, 20 Aralık Cumartesi günü yönetmen Denys Desjardins’in Le Château [Şato] (2020) ve J’ai placé ma mère [Annemin Ardından] (2022) filmlerinin gösterimiyle sona erecek. 

Salt’tan Alâ Taleb tarafından hazırlanan İhtimamın Hâlleri gösterim programı herkesin katılımına açık ve ücretsizdir. Ayrıntılı bilgi için: saltonline.org.

Bir Adım Var Vakfı Desteklediği Sanatçılarla 26-30 Kasım’da BASE’te

Bir Adım Var Vakfı, BASE ile beş yıldır sürdürdüğü iş birliğini bu yıl da devam ettiriyor ve görsel sanatlar bursiyerlerinin eserlerine yer verdiği seçkisiyle 26-30 Kasım 2025 tarihleri arasında BASE’te yer alıyor. Bu iş birliğiyle genç sanatçı kadınların profesyonel sanat dünyasına ilk adımlarını atmalarını destekleyen Bir Adım Var Vakfı, bursiyerlerin görünürlüklerini arttırırken sanat profesyonelleriyle tanışmalarına da fırsat yaratıyor. 



İpek Ilıcak Kayaalp’in kurduğu, sanat yolculuğuna başlayan ya da üretimini derinleştirmek isteyen, Türkiye’nin farklı bölgelerinden genç sanatçı kadınları destekleyen Bir Adım Var Vakfı, resim, heykel, grafik tasarım, seramik, görsel sanatlar, moda tasarımı gibi alanlarda eğitim gören bursiyerlerin kişisel ifade biçimlerini güçlendirmeleri, üretim pratiklerini geliştirmeleri ve sanat ekosistemiyle bağ kurmaları için çok yönlü destekler sunuyor. Bir Adım Var Vakfı, görsel sanatlar bursiyerlerinin, portfolyo hazırlama, sergi katılımı, görünürlük desteği ve kariyer gelişimine yönelik eğitimlerle üretim süreçlerine eşlik ediyor. Aynı zamanda mentorluk, atölye çalışmaları ile ilham veren sanatçılarla bir araya gelmelerini, alanlarındaki deneyimlerini paylaşmalarını ve profesyonel dünyaya hazırlanmalarını sağlıyor. Bursiyerlerin kendi anlatılarını oluşturmalarına ve sanat yoluyla güçlü bir ifade alanı kurmalarına destek oluyor. 

Bursiyerlerin her yıl yeni ürettikleri eserlerle BASE’e katılımı teşvik edilerek, sanat alanındaki görünürlükleri, iş birliği kurma olanakları ve güncel sanat dünyasını keşfetme süreçleri destekleniyor. Bu edisyonda 12 görsel sanatlar bursiyerinin resim, heykel, çizim, rölyef, fotoğraf, video yerleştirme, dijital tasarım ve storyboard, lif sanatı ve baskı gibi eserleri ile disiplinlerarası bir seçki sunuluyor 

Bu yıl Bir Adım Var Vakfı iş birliğiyle BASE’te yer alacak sanatçılar (alfabetik sırayla): 
Arzu Şemşi Kaygusuz, Bahar Kıyıklık, Deniz Ada Depecik, Feyzagül Korkmaz, İlayda Almaz, Melis Sürüç, Sara Akkuş, Sevinç Orman, Sudenaz Korkmaz, Şevval Yılmaz, Ümre Akalp, Zenetsu Umul. 

Bir Adım Var Vakfı sanat alanındaki üretim ve mentorluk destekleri ile birlikte sanatçıların görünürlüğüne ve sanat yolculuklarına devam etmelerine katkıda bulunabilme gayesi ile BAV Koleksiyonu’nu oluşturdu. Koleksiyon sosyo-kültürel ve toplumsal konuları üretimlerinde tartışan ve irdeleyen farklı kuşaklardan sanatçıların eserlerinden oluşuyor. BAV Koleksiyonu’nun amaçları arasında sanatçıların görünürlük kazanmaları, seslerini duyurmaları ve yaratıcı yolculuklarında desteklenmeleri yer alıyor.   



Bir Adım Var Vakfı hakkında:   

Bir Adım Var Vakfı; bilim, teknoloji, sanat ve spor alanlarında eğitim gören üniversiteli genç kadınlara burs ve gelişim desteği sağlar. Genç kadınların ilerledikleri yolda karşılaştıkları engelleri aşmalarına yardımcı olur, ihtiyaç duydukları teknik ve profesyonel desteği sunar.  Mentorluk programları, eğitimler ve kariyer rehberliğiyle yollarını açar; hayallerine güçlü, özgüvenli ve cesur adımlarla yürümelerini destekler. Amacı üniversiteli genç kadınlara burs, mentorluk, eğitim ve profesyonel gelişim olanakları sunmaktır. Kendi potansiyelini keşfetmek, özgüvenle yol almak ve hayallerine ulaşmak isteyen her genç kadına destek olmayı hedefler. Bilimden sanata, spordan teknolojiye attıkları her adımda fırsat verirken, ilham olur ve dayanışmayla güçlenmelerini sağlar. 

BASE Adres: The Ritz-Carlton Residences Istanbul, B Blok, Fulya Girişi Öğretmen Haşim Çeken Cad. No:4 Şişli, İstanbul, 34330

Sergi Haberi: Berk Güntürk'ten Corpus Prohitum

Berk Güntürk'ün Corpus Prohitum sergisi C.A.M Gallery'de 15 Kasım'da açılıyor. Sergiyi 31 Aralık'a kadar gezebilirsiniz. 

İnsanın bedeni yalnızca biyolojik bir varlık değil; politik, ahlaki ve dini söylemlerin kesiştiği bir savaş alanıdır. Corpus Prohibitum — yani “Yasaklı Beden” — bu savaş alanına ayna tutarak, bireyin arzularını, kırılganlığını ve varoluş mücadelesini baskı rejimlerinin görünmez ağları içinde ele alır. 



Bu sergi, yasakların, tabu ve dogmaların kuşattığı toplumsal coğrafyalarda var olma mücadelesi veren bedenlerin hikâyelerini konu edinir. Sanatçı, bireyin kendi bedenine, arzularına ve kimliğine yabancılaşmasını; dini ahlak, politik propaganda ve geleneksel cinsiyet rolleriyle örülmüş toplumsal normların içinde bedenin bir “suç mahalli”ne dönüşmesini sorgular. 

Ötekileştirme, dışlanma ve marjinalleşme bu anlatının merkezinde yer alır. Her figür, toplumun dayattığı görünmez hücrelerde sıkışmış, nefes alan ama konuşamayan bir varlık gibidir. Bu hücreler, hem metaforik hem fiziksel anlamda “kafesler”dir — bazen duvarlara, bazen bakışlara, bazen de sevgiyi taklit eden toksik yakınlıklara dönüşür. 



Sanatçının kullandığı barok ışık, dramatik kompozisyon ve figüratif dil, tarihsel kutsal temsillerin estetiğini bugünün travmatik gerçekliğiyle çarpıştırır. Böylece beden, artık günahın değil, varoluşun ikonası hâline gelir. Corpus Prohibitum, yasaklar çağında bedenin kutsal, politik ve erotik anlamlarını yeniden düşünmeye davet eden bir sergidir — bireysel özgürlüğün, mahremiyetin ve sınırların nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulayan çağdaş bir ikonografi denemesidir.

C.A.M Gallery'de 31 Aralık'a kadar görülebilir.
İyi gezmeler. 

Sergi Haberi: Aslı Özdoyuran’dan “Yuvarlak Sayılar”

Aslı Özdoyuran’ın “Yuvarlak Sayılar” isimli kişisel sergisi 21 Kasım’da BüroSarıgedik’te açılıyor. “Yuvarlak Sayılar” evrensel ve kurgusal ağırlık birimlerini ve tartma eyleminin gündelik hayattaki karşılıklarını ele alıyor. 



Sergideki işler, aynı kökü paylaşan “mahkeme” ve “muhakeme” kelimelerinin çağrıştırdıklarından yola çıkıyor ve bu terimlerin birbirleriyle ilişkisini irdeliyor. Özdoyuran, duruşma salonlarından ve özellikle Silivri ve Çağlayan Adliyeleri’nden aklında yer eden mimari detaylara dayanan çizimlerinde, mekânın yeniden ürettiği ideolojiyi ve bu ideolojinin dayandığı ve yarattığı şiddeti tanımlamaya çalışıyor.

Çizimlere eşlik eden heykeller ise, sanatçının gündelik konuşmalar sırasında duyduğu ve not ettiği kısa ifadelerden esinleniyor. Bu alıntılar, Özdoyuran’ın kişisel yaşamının yanı sıra, etrafında tekrar eden politik söylemlerin izlerini taşıyor ve sergideki işlere isimlerini veriyor. “Yuvarlak Sayılar” adalet duygusunu, ölçme biçimlerini ve konuşma diline sızan güç ilişkilerini araştıran bir düşünme alanı sunuyor. 



1994 yılında İstanbul’da doğan Aslı Özdoyuran, mimari, tarih ve arşiv pratikleri arasında dolaşıyor ve çalıştığı konulara heykel disiplininden bakıyor. Geçtiğimiz yıl, modernleşmenin sembolik bir mekânı olarak yorumladığı yüzme havuzunu ve ulus-devletlerin sporcu bedenini bir temsil aracı olarak kullanmasını konu edindiği “Kulaç” isimli sergisi 5533’te açılmıştı. School of the Art Institute of Chicago’da Heykel (BFA) ve Eleştirel Teori (BA) alanlarında eğitimini tamamlayan sanatçı, üretimine İstanbul’da devam ediyor ve BAS sanatçı kitapları koleksiyonunda çalışıyor. 

Adres: BüroSarıgedik, Meclis-i Mebusan Caddesi 31/2 Fındıklı, Beyoğlu 

Sergi Haberi: Dilek Işıksel'den "Ruhu Yakalamak"

İstanbul, yüzyıllardır ruhunu devamlı tamamlayan bir şehir. Dilek Işıksel “Ruhu Yakalamak” adlı sergisinde İstanbul’un karmaşık bütünlüğünü sezgisel bir resim diliyle yeniden kuruyor. Onun tuvallerinde kent, bir mekandan öte bir duygu alanına dönüşüyor. Işıksel’in fırça darbeleri, ne geçmişin nostaljisine sığınıyor ne de bugünün karmaşasına teslim oluyor, aksine, her iki zamanında ruhunu duyumsatıyor. Ruh, yakalanmaz belki ama hissedilir. Ve o his, bu sergide usulca izleyicinin kalbine dokunur. 



Ankara'da doğan Dilek Işıksel, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nden 1972 yılında mezun olur. 1996 yılına kadar Ankara ve İstanbul`da çeşitli eğitim kurumlarında resim ve sanat tarihi öğretmenliği yapar. 2004 yılında Paris de MAC 2000 sanat fuarı ve 2006`da yine "Fransa da Sanary sur Mer" bienali gibi uluslararası etkinliklere de katılan sanatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde yetişmiştir. Eserlerinde, İstanbul`un binlerce yıllık kültür mozaiğini şekillendiren kubbeler, iç mekânlar, laleler, balıklar, Ayasofya ve melekleri, Galata kulesi ve çevresi ile zaman kavramı üzerinden ezoterik figür ve kompozisyonlar üzerine yoğunlaşmaktadır. 


Dilek Işıksel’in “Ruhu Yakalamak” isimli resim sergisini 6 - 29 Kasım tarihleri arasında Arnavutköy Galeri Selvin’de görebilirsiniz.

Deniz Pelister’in Kişisel Sergisi “Kül” Studio Karaköy'de

Sanatçı Deniz Pelister’in “Kül” adlı kişisel sergisi, 17 – 31 Ekim 2025 tarihleri arasında Studio Karaköy’de izleyiciyle buluşuyor. Gündelik yaşamın izlerini farklı formlarda görünür kılan sanatçının yeni sergisi, seyahatlerindeki gözlemlerine ve anılarından detaylara dayanıyor. 

Üç yılın ardından ikinci kişisel sergisiyle izleyiciyle buluşan Pelister, sergiye adını veren “kül” başlığıyla yeniden başlama, dönüşüm ve doğuşu betimliyor. Geçiciliği ve aynı zamanda iz bırakmayı simgeleyen kül, yanıp bitenin ardında kalan, hatırlatan ve dönüştüren bir hâl olarak karşımıza çıkıyor. Gündelik hayattan sahne, figür ve nesnelerin yeniden yorumlandığı sergide; atlıkarınca, dondurma, kuş ve çocuk gibi figürler tanıdık görünen ama alışıldık anlamlarının dışına taşan imgeler olarak karşımıza çıkıyor.



Nesneler, yüzler ve anlar küçük kaymalarla yeni bağlamlara yerleşirken, sıradan olanı yeniden düşünmeye davet ediyor. Bordo, kırmızı ve pembe renklerin ağırlıkta olduğu, tezatlıkların buluştuğu, çocuksu detayların bir araya geldiği resimler, bir bilinç akışının izdüşümü gibi gözler önüne seriliyor. Çocuksu masumluğun içindeki zorlayıcı renkler, gözü yoran detaylar, huzursuz ve tekinsiz anlar güven ve güvensizliği bir arada sunuyor. Pelister sergisi vesilesiyle önce kendi önyargılarını kırıyor ardından bizi de bu deneyime çağırıyor. 



Deniz Pelister hakkında: 
Deniz Pelister, 10 Mart 1990’da Hamburg, Almanya’da doğdu. Çocukluk ve gençlik yıllarını Hamburg’ta geçirdikten sonra 20 yaşında İstanbul’a taşındı. Sanata ilgisi her zaman var olsa da profesyonel anlamda resim yolculuğuna 29 yaşında başladı. Pelister’in eserleri, içsel dünyasının izlerini ve yaşamdan taşıdığı renkleri bir araya getirerek özgün bir ifade alanı yaratır. Resim, onun için yalnızca bir sanatsal üretim değil, aynı zamanda hayatla kurduğu en güçlü bağdır. İlk kişisel sergisi “Human Race”i, 2022 yılında Vision Art Platform’da açan sanatçı ardından çeşitli karma sergilerde yer aldı, Artweeks ve Contemporary İstanbul’a katıldı.

Sergi Haberi: Naz Can'ın "Bombyxmori’nin Kanadında" Sergisi Galeri Selvin'de

Naz Can’ın sergisi "Bombyxmori’nin Kanadında" 7-31 Ekim tarihleri arasında Arnavutköy Galeri Selvin’de açılıyor. İpek iplikler üzerine sanatçının kendi geliştirdiği teknikle yaptığı resimler sanat severlerle buluşuyor. 



Naz Can, ipek böceğinin (Bombyxmori) yaşam döngüsünü tamamlayan bir duyguyla yaptığı resimlerini “Tuvalim, ölmüş ipek böceklerinin ağzından çıkan saf söz,”diyerek tanımlıyor. Resimlerdeki karakterler, ipeğin uçucu görüntüsüne eklenirken düşün içinden çıkarcasına bulutsu ve düşsel bir etki yaratıyor. Sergi 31 Ekim tarihine dek açık kalacak. 

Sergi ile ilgili Sn. Mehmet Zaman Saçlıoğlu şöyle der; 

“Tuvalim, ölmüş ipek böceklerinin ağzından çıkan saf söz,” diyor Naz Can. Üstünde düşünülecek bir cümle bu. Ölmüş böcek bir söz söyleyemeyeceğine göre söylenen sözler nedir bu sergide diye meraklanıyoruz. Sergiyi gezdiğimizde her yapıtın ayrı ayrı söylediği sözleri de hepsinin birlikte söylediği sözleri de işitiyoruz. 

İpek böceği, kozasını örmeye başladığında bir başka hayatı da oluşturmaya başlar. Koza, yeniden doğumu hazırlayacak mezardır. Dut ağacının dallarında yavaş yavaş yürüyen tırtıl, rüzgârı kanatlarının altına alıp bir süre yakın gökyüzünün tadını çıkaracağı özgür bir yaşama geçeceği sırada, kozasının içinde değişimin düşlerini görürken, bir cinayete kurban gider. İnsan, tırtılın yirmi günlük ömrü içinde en çok on gün sürecek kelebekliğe olan özlemiyle üç günde ördüğü kozayı kelebekten önce ele geçirir, ipeğin sahibi olur. 

Tırtılken, peygamber devesi gibi yırtıcı böceklerin avıdır, kelebek olduğunda küçük kuşların. Koza içindeyken ise insanın. Ötekiler karınlarını doyurmak için tırtılı öldürürken, insan kültür için öldürür. Evet, ipek bir kültürdür. Binlerce yıldır insanın giysi için, tekstil için ürettiği dokumaların en değerli malzemesidir ipek. Bir kozadan kesintisiz elde edilen lif ortalama bin iki yüz metredir. Kendi ağırlığının üç-dört bin katını kopmadan taşıyabilir. Bu, Naz Can’ın bu sergideki işleri yaparken kullandığı orta boy bir fırçanın ağırlığına eşittir. 
İpeğin bir kültür olması hem işlevi hem dokusu hem de insanın ona kattığı estetik sayesindedir. Giysi olur, halı, perde, masa örtüsü olur, kaftan olur bir kralın üstünde gösterir kendini, para kesesi olur zenginliği taşır. Kağıdından para bile yapılmıştır. Ameliyat ipliği olur sağlık getirir, paraşüt kumaşı olur insanı uçurur. Gittiği yollara kendi adını verir ve bir lif bulutsusu olarak Naz’ın tuvallerinde bambaşka duygular oluşturur. 

Endüstrinin ve teknolojinin ipeği ile Naz Can’ın ipeği birbirinden farklıdır. Endüstri ipek böceğinin trajedisini unutturmaya çalışırken Naz Can, bu trajediye dikkat çeker. Binlerce lifin oluşturduğu yüzeye ipek böceğinin, kozanın, kozadaki özlemin, oluşamamış kanatların, oluşamamış kelebeğin düşlerinin izini yansıtır Naz. Kimi resimde uçucu çiçekler olarak güzel bir kızın saçlarına dolanır bu düşler, kimi resimde bir güvercinin saf beyazlığını gösterir. İpek uçucudur, hafiftir, ışıklıdır, ama doğa ressamın zihninde zıtlıklarla çalışabilir. İpeğin taşıyamayacağını sandığımız ağırlıklar sanat sayesinde hafifler, bu bulutsu yüzeyin üstünde uçucu bir hal alır. Ağır bir gergedan ya da fil bizi hafiflikleriyle gülümsetir, ressamın oyununa ortak eder. Naz Can, ipeği bir yüzey olarak kullanırken doğa içinde hayat bulamamış kelebeği resimlerinde kanatlandırıyor, sanki ona borcunu ödüyor, ipek böceğinin yaşam döngüsünü sanatla tamamlıyor.

Arnavutköy Dere Sok. No:3 Arnavutköy Beşiktaş İstanbul 
Tel: 212.263 74 81  
Pazar günleri hariç 11:00 – 19:00 saatleri arasında açıktır.

Sergi Haberi: Hakan Gürsoytrak'tan Velhasıl

EVİN, 4 Ekim – 15 Kasım 2025 tarihleri arasında Hakan Gürsoytrak’ın Velhasıl başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyar. 


Gürsoytrak’ın son dönem çalışmalarını bir araya getiren Velhasıl, kurumsal yapı imgelerinin temsillerini ve bu yapılar arasındaki hiyerarşik düzeni Koram İlkesi çerçevesinde ele alan bir seçkiyi sunuyor. Mimarlık ve tasarım alanında bir bütün içindeki öğelerin hiyerarşik düzenlenişini ifade eden Koram İlkesi, Gürsoytrak’ın yapıtlarında gündelik hayattan alınmış absürt imgeler aracılığıyla yeniden düşünülüyor.

Sanatçı, içinde kaybolduğu ara sokaklardan şehirler arası yolculuklara; gazetelerin iç sayfalarında haber olmuş anlara dair biriktirilmiş fotoğraflardan, Kültür Endüstrisi görsellerinin gıcır nesnelerinden, yırtık pırtık ambalajların kurduğu arzuların mekânlarına kadar geniş bir imgesel skaladan beslenir. Bu imgelerin, akademik resim adetleri ile avam görselliklerin muzipçe harmanlandığı; modern hayat çelişkilerinin ironik bakış ve yorumlarının içerildiği pentür/boyalı nesneler üretir. 



Velhasıl, 4 Ekim – 15 Kasım 2025 tarihleri arasında, Pazar ve Pazartesi günleri hariç 11.00–19.00 saatleri arasında EVİN’de görülebilir.

Decollage Art Space Yeni Sezonu 30 Eylül’de Damla Yücebaş’ın “Yürüyüşler” Adlı Sergisi ile Karşılıyor

Damla Yücebaş’ın “Yürüyüşler” adlı sergisi, 30 Eylül-2 Kasım 2025 tarihleri arasında Decollage Art Space’te izleyiciyle buluşuyor. Yeni sanat sezonuna Damla Yücebaş’ın kişisel sergisiyle başlayacak olan Decollage Art Space, sene boyunca birbirinden farklı disiplin ve üretim biçimlerinde birçok sanatçıyı ağırlamayı ve açık çağrılarla genç sanatçıları desteklemeyi planlıyor. 

Standing Dragon

Damla Yücebaş’ın “Yürüyüşler” adlı sergisi, sanatçının lif sanatı ve tekstil yüzeyler üzerine uyguladığı görsel illüzyona dayalı ipek baskı çalışmalarında, malzemeyle doğrudan kurduğu diyalogları yansıtıyor. Geçiş anları, kıvrılan, kaybolan, yeniden biçimlenen, bilinmezliğin getirdiği eşikleri odağına alıyor. “Bilmeme” (not knowing) yaklaşımıyla şekillenen sanat pratiği, “faydalı boşluk”, “temelsiz düşünme” ve “kendiliğinden oluş” gibi Doğu felsefelerinden beslenen kavramlarla bağ kuruyor. 

Sanatçının lif sanatı ve özgün tekstil baskılar alanında kurduğu görsel dil, teknikten yola çıkarak bedensel, zihinsel ve materyal bir diyaloğa dönüşüyor. Baskı yüzeyler üzerinde şekillenen soyut imgeler, yalnızca estetik bir kompozisyon değil; aynı zamanda bir düşünme pratiği. Her bir yüzey, doku ve baskı, sanatçının malzemeyle birlikte yürüdüğü, yönsüz ama dikkatli bir keşif rotası olarak beliriyor. Transparan ve opak kumaş yüzeyler üzerine uygulanan şablon baskı (ipek baskı), video ve ışık yerleştirmeleri, ip ve sünger gibi malzemeler ile gerçekleştirilen üretimler, belirli performatif bir iznin verilmesi sonucu olarak ortaya çıkıyor. 

Yürüyüşler” sergisinde, eserlerin yüzeyindeki görsel illüzyon, bir yanılsamadan öte akışın ta kendisine dönüşüyor. Kobo Abe’nin “Kumların Kadını” romanında, “aslında kum akmıyor da, akış kumun ta kendisi” diyen karakter gibi; bu sergi de suyun, zamanın ya da dünyanın akmadığını; akışın, onların doğası olduğunu söylüyor. 

Düğümler - Knots

Doğadaki rastlantısallıklar Yücebaş’ın üretimlerindeki bilinmeyene olan sonsuz güvenin bir izi olarak karşımıza çıkıyor. Yürüyüş burada yalnızca fiziksel bir eylem değil; aynı zamanda bir varoluş biçimi. Bu güven haliyle sürdürülen “bilmeme”, burada bir eksiklik değil; potansiyel bir boşluk olarak beliriyor. Yücebaş, bu potansiyelle ilerleyerek, her işi bir sona değil, bir açıklığa doğru kuruyor. Damla Yücebaş’ınYürüyüşler sergisi seyirciyi yüzeydeki detaylara olduğu kadar o yüzeylerde saklı olan boşluklara bakmaya da çağırıyor. Bu boşluklar, sabit biçimlerden sızan akışla doluyor. 

Damla Yücebaş hakkında: 1987 yılında İstanbul’da doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’nde 2011 yılında lisans, 2016’da yüksek lisans, 2024’te ise Sanatta Yeterlik programını tamamladı. 2006-2008 yılları arasında Viyana Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’nde lisans eğitimi aldı. 2013’te Almanya Burg Giebichenstein Halle Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nde, 2015’te Japonya Kyoto Teknoloji Enstitüsü’nde yüksek lisans değişim programlarına katıldı. 2012 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi GSF Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’nde 2025 itibarıyla Doktor Öğretim Üyesi olarak görev yapmaya devam etmektedir. Baskı desen tasarımı, baskı teknikleri, özgün tekstil baskı ve lif sanatı alanlarında çalışmalarını sürdürmektedir.

Salt Beyoğlu'nda Yeni Sergi: 90’lardan Beri Halı’dayız

Garanti BBVA tarafından kurulan Salt’ın yeni sergisi 90’lardan Beri Halı’dayız, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Resim Bölümü’ne bağlı olarak faaliyet gösteren Halı Atölyesi’nin sanat eğitimine yaklaşımına odaklanıyor. 1 Mart 2026'ya kadar ziyaret edilebilecek sergi, gündelik hayat meseleleriyle kurduğu ilişkiyi araştırırken yaratıcı muhalefet ile kolektif üretimin potansiyellerine de dikkati çekiyor. Atölyenin kuruluşundan bu yana titizlikle inşa edilen fiziksel ve kavramsal bağların izini süren sergi, yolu bu mekândan geçmiş sanatçıların ortak üretimleri, kişisel işleri, arşiv malzemeleri ve tanıklıklarından derlenen bir kolaj sunuyor. 



Türkiye’de 1990’larda devinim kazanarak siyaset ve toplumsal hareketlerle ilişki kuran güncel sanat üretimi ve tartışmalarının akademi müfredatındaki yeri kısıtlı kaldı. Ancak köklü geleneklerine sahip çıkmak adına, özellikle İstanbul’da gitgide çeşitlenen pratiklere mesafeli duran MSGSÜ’de zamanla tek tük de olsa karşıt sesler çıkmaya başladı. Halı Atölyesi, halı dokuma eğitimini güncel sanatla ilişkilendiren, “beraber öğrenme”ye dayalı pedagojik yaklaşımı ve herkesin katılımına açık programlarıyla gerek kurum içinde gerekse kurum dışında benzersiz bir konum edindi. Akademiye içkin cinsiyetçi hiyerarşileri ve kemikleşmiş bürokrasiyi ilke ve uygulamalarıyla alaşağı eden; öğrenciyi, sanatçıyı, misafiri, kültür emekçisini aynı masa etrafında buluşturabilen ve en önemlisi, “sokağı dışlamayan” müstesna bir model yarattı. 

1976-1977 döneminde ressam ve akademisyen Özdemir Altan’ın girişimi ve teşvikiyle, ressam ve akademisyen Zekai Ormancı’nın (1949-2008) idaresinde kurulan bu uygulama atölyesi, her daim “rahat atölye” olarak etiketlendi; hatta adının çağrıştırdığı geleneksellikten ötürü hafife alındı. Bazı öğrencilerin son tercihiydi; kimisi de uygulama atölyesinde sürdüreceği üretim resim yaptığı zamandan çalmasın diye buraya yöneldi. Ne var ki bu rahatlık ilerleyen dönemde beklenmedik bir sonuç doğuracaktı. 



1992’de Halı Atölyesi’ne asistan olarak atanan görsel sanatçı ve akademisyen Gülçin Aksoy (1965-2024) ile ona eşlik eden bir grup öğrenci ve yol arkadaşının önayak olduğu dinamizm, 1990’lar sonundan itibaren atölyeyi günbegün dönüştürdü. Açığa çıkan bu sinerji, Aksoy’un hem fiziken hem de fikren açık tuttuğu atölye kapısından taşıp önce okulun koridorlarına, sonra da İstanbul’un güncel sanat ortamına yayıldı. Halı Atölyesi’nin üretim modeli, 2000’li yıllarda İstanbul’daki bağımsız sanat inisiyatifleri, feminist çevreler ve disiplinler arası kolektiflerle kurduğu ilişkiler sayesinde çoğaldı, çeşitlendi ve genişledi. “Bir halıyı da dokuyabilirsiniz, bir fikri de” 

İplik ve dokuma, Halı Atölyesi’nde salt bir malzeme ve teknik olarak değil; aynı zamanda uzun vadeli bir düşünme ve ilişkilenme biçimi olarak varlık gösterdi. Aksoy, içine kapanık bir sanat eğitiminin uygulayıcısı olmaktansa, “Bir halıyı da dokuyabilirsiniz, bir fikri de” yaklaşımına sahip çıkarak geleneksel halı dokuma pratiğini performans ve gündelik hayatla iç içe geçirdi. Kendisiyle beraber düşünen, yorumlayan ve harekete geçen öğrencileriyle dokumanın (yatay) atkıları ve (dikey) çözgülerinden kavramsal açılımlar üretmenin, kelimelerle oynayıp sözler ve sesler türetmenin yollarını aradı. Halı, artık ders programlarına sıkışmayan, müfredat dışı ilgilere kulak veren “açık bir atölye” hâline geldi. 

Halı Atölyesi, sanat akademisinin ataletinden erkek egemen toplum yapısına, devlet aygıtlarından kurumların estetik algısına bir dolu meseleyi işledi: İnceden inceye arıza da çıkarıldı, maytap da geçildi. Gündemi takip etmekten hiç vazgeçmeyen atölyede, AtılKunst sanatçı kolektifi (2006-2013), Garip Bir Pandik 1 (Halı Atölyesi, 2011) ve Garip Bir Pandik 2 (Rumeli Han, 2012) performansları, 3/1 (Halı Atölyesi, 2013) sergisi ile fanzinlerden dikişlere nice plan ve proje, tekerrür eden meselelere tepkiden doğdu. 



90’lardan Beri Halı’dayız sergisi, Halı Atölyesi’nin dillere pelesenk olmuş “Aynı yöne ayrı pedal, ayrı yöne aynı pedal” şiarından yola çıkarak atölyedeki ortak pratiklerin tarihine ve bireysel yönelimlere ışık tutuyor. Geçmişten bugüne dokunan bir topluluğun ilmeklerini sökerken kuşaklar arası bir üretim akrabalığının peşine düşüyor. 

Sergi, 1 Mart 2026’ya dek Salt Beyoğlu’nda ziyarete açık olacak. Sergiye eşlik eden programlar, 1 Ekim Çarşamba günü Salt Beyoğlu, Kat 2’de Şiva Canbazoğlu’nun a tangible blue adlı performansı ile başlayacak. Ayrıntılı bilgi için: saltonline.org. 

Sergi adı hakkında: 2009 ile 2015 yılları arasında Halı Atölyesi’nde olan sanatçı ve akademisyen Duygu Sabancılar’ın gördüğü bir rüyaya dayanan “90’lardan Beri Halı’dayız” sloganı, Gülçin Aksoy ve Halı öğrencileri tarafından bir beze dikilerek pankarta dönüştürüldü. Bu pankart ilk olarak Buradan Nereye? Kolektif Sanat Pratikleri (İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2016) sergisinde sunuldu. Sergi, Spot Projects’in desteği; Türk Tuborg A.Ş., Asya International Movers, Bankerhan Hotel, Eureko Sigorta ve Jotun Boya’nın katkılarıyla gerçekleştirilmektedir.

İstanbul Modern’de Yeni Film Programı: “Doğruluk mu, Cesaret mi?”

İstanbul Modern Sinema, 25-28 Eylül tarihleri arasında sezona “oyun” temasıyla başlıyor. Prof. Dr. H. Serdar Gergerlioğlu ve Dr. İren Dicle Aytaç’ın katkılarıyla gerçekleşen program; spordan politikaya, film gösterimlerinden panellere, sanal gerçeklik deneyimlerinden yapay zekâ atölyelerine uzanan çok katmanlı bir içerik sunuyor. 



Öne çıkan filmler arasında Aysun Bademsoy’dan Berlin’de futbol oynayan Türkiye kökenli genç kadınların kimlik, entegrasyon ve aidiyet mücadelesini konu alan Oyun Değiştiriciler, İstanbul Film Festivali’nde SİYAD En İyi Film Ödülü’nü kazanan Emine Yıldırım’ın Gündüz Apollon, Gece Athena, Chris Marker’ın teknolojinin insanlık ile tarih algımızla ilişkisini araştıran Beşinci Seviye ve Miguel Gomes’e Geçen yıl Cannes film Festivali’nde “en iyi yönetmen” ödülünü kazandıran Büyük Yolculuk yer alıyor.


Program ayrıca, akademi ve sanat dünyasından konukların katılımıyla düzenlenecek paneller aracılığıyla izleyiciyi; iktidar oyunlarından video oyunlarına, çocukluktan sporda anlam arayışına uzanan etkileşimli tartışmalara davet ediyor. Panel katılımcıları arasında ise psikiyatrist Prof. Dr. Bengi Semerci, yönetmen-senarist Deniz Tortum gibi isimler bulunuyor.

Şimdiden iyi seyirler hepinize.

Sidar Baki - Kimse Bakmazken Sergisi C.A.M Gallery’de




Kimse bakmazken, oyun başlar. 

Terk edilmiş sahnelerde, çökmüş tavanların altında, paslı rayların ucunda bir çocuk belirir. Düşmeyen bir salıncak kurar, yerin ortasına tebeşirle bir güneş çizer. Ses yoktur, ama oyun vardır. Ve oyun, hayatın en ilkel, en derin direniş biçimidir.

Sidar Baki’nin bu yeni serisi, harabe estetiğini çocuk bakışıyla kesintiye uğratıyor. Yüzeyi sert, gri, karanlık mekânlara çocuk figürleri yerleştirerek mekânın anlamını tamamen dönüştürüyor. Bu resimlerde çocuklar sadece oynamıyor; mekânı ele geçiriyor, hatırlıyor, dönüştürüyor ve yeniden kuruyor. Büyüklerin terk ettiği yerlerde onlar kalıyor – küçücük ama tamamlayıcı bir güçle. 

Politik olan da budur: 
Görünmeyeni göstermek. 
Çocuğun sesini duyurmak. 
Yıkılmış olanın ortasında hâlâ yaşamın izini sürmek. 

Bu sergide mekânlar sadece fon değildir; aktiftir, belleklidir, sorgulayıcıdır. İzleyiciye şu soruları fısıldar: — Bu boşluk neden var? 
— Kim terk etti burayı? 
— Çocuk burada ne yapıyor? 

Cevaplar tuvale gizlenmiştir. Çünkü kimse bakmazken, çocuklar hayal kurar. Ne zaman dünya susar, onlar konuşur. Ne zaman büyüklerin düzeni çöker, onların hafif adımları karanlığın ortasında yeni bir anlam bırakır.

Sidar Baki, çocukların sessiz ama dönüştürücü varlığıyla, yıkımın ortasında umudun estetik, şiirsel ve politik izini sürüyor. Çünkü bazen en büyük değişim, kimse bakmazken başlar.